top of page
Ara

SON SARDUNYALARIM

  • Merve
  • 13 Şub 2016
  • 5 dakikada okunur

Yaşam. O kadar kısa ki… Bilmezdik ki geçmişe böyle ağlayarak hatırlayacağımızı. Bilemezdim ki avuçlarımın arasından saf, sevdayla dolu yüreğinin kayıp gideceğini… Keşke öpsen beni gül kırmızısı dudaklarınla!

90’ların başlarındaydık. 17 yaşında, hayatımın ilkbaharında, sevda güneşimin içinde yaşayan genç bir kızdım. Her sabah bir sabaha daha uyandığıma Allah’a şükreder, banyoya koşarak giderdim. Musluktan akan buz gibi su ile yüzümü yıkar; gür, koyu siyah saçlarımı iki yana ayırıp örerdim. Daha yeni ütülenmiş lacivert zile formamı giyer, annemin mis gibi hazırladığı sofraya gömülürdüm. Sonra çantamı alıp doğru mektebe…Mektebe her adım attıkça kalbim daha da hızlı atar, okula yaklaştıkça heyecandan ölecek gibi olurdum. Mektebe geldiğimde zaten ellerimi ovuşturmaktan başka bir şey yapmazdım. Sonra ona hayran hayran bakardım. Bakmaya hiç doyamazdım o saf yüzüne. Barış’ım, çocukluk aşkım, benim koruyucu meleğim… Barış, sevdiğim çocuk. Kumral saçlarını hep sağdan ayırır, saçına hafifçe jöle sürerdi. Gözleri… Zaten anlatmaya kelimeler yetmez. Deniz mavisi gözleri… Baktıkça huzur buluyordu içimdeki aşk. Dudakları; gül pembesi gibiydi, öpmeye doyamaz ki insan dudaklarını… Parfümü okyanus gibi kokuyordu. Koklamakla yetinemiyordum. Yetmek de bitmez zaten. Derste arada sırada göz göze gelir ve saatlerce bakışıp dururduk. En son utanırdık ve önümüze dönerdik. Çocukken çok konuşurduk. Bisikletten düştüğümde hep bana elini uzatırdı. Büyüdükçe suskunlaştık utangaçlaştık. Ama konuşmasak bile gözler yeterdi aşkımız için. Eve birlikte giderdik çünkü apartmanlarımız karşı karşıyaydı. Bazen pencereden bakardık birbirimize…

Bir gün okuldan geldikten sonra pikabıma 33’lük long playimi koydum. Sezen Aksu’nun muhteşem sesini dinliyor bir yandan da sımsıcak kahvemi yudumluyordum. Aşağıya baktığımda o vardı ve arkadaşlarıyla sohbet ediyordu. Penceremi açtım belki onun kokusu gelir diye. Sonra bir ara göz göze geldik. Ne kadar süre bakıştık onu bilemem, tek bildiğim onu özlediğim. Bakışmamız birden bölündü; bölünmek de zorundaydı çünkü babam gelmişti odama. Ne yaptığımı sordu ben de yazın tadını çıkarttığımı söyledim ve konuyu kapattım. Ardından annemle sofrayı hazırladık. Akşam ise televizyonda sabırsızlıkla beklediğimiz “Yalan Rüzgârı”nı izlerdik. Ne diziydi ama… Okulda kızlarla hep bu diziyi izlerdik. Zaten başka kanal, başka dizi de yoktu.

O akşam dizimi izleyip odama gittim. Penceremi açık bırakıp gitmiştim. İçeri birisi girmiş pencereden. Çok korktum hırsız girdi diye ama endişelenmeye gerek yoktu. İçeriye giren gönlümün hırsızıydı. Yatağıma bir zarf, masama da en sevdiğim çiçek olan sardunyaları bırakmıştı. Zarfı hızlıca açtım. Saman kâğıdına yeni yazılmış bir aşk mektubu vardı elimde. “Nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum kömür gözlüm.” diye başlamış deniz gözlüm. Devamını da okudum. Beni ne zamandan beri sevdiğini ve hep seveceğini yazıyordu. Cumartesi günü mahallede yazlık sinema açılacakmış ve birlikte gidelim, diyordu. Kabul edersem dünyanın en mesut insanı olacakmış. Ve “Seni Seviyorum.” diye mektubu bitirmiş. Anneme gidip o akşam Elif’le buluşacağımı söyleyerek deniz kıyısına doğru yürümeye başladım. Denizin dalgalarının sesi, sadece kulağımı değil kalbimi de okşuyordu. Kumsala uzanıp gözümü kapadım. Sonra bir koku almaya başladım. Evet, bu koku çok tanıdıktı. Ben bunu anlamaya çalışırken tenimde bir şeyler hissettim. Belimde ellerini, yüzümde dudaklarını. Beni sarmıştı kollarıyla, dudaklarıyla… Hiç beni bırakmasa, teninin sıcaklığı hep tenimde olsa. Beni ilk defa öpen sevgilim, hiç bırakma olur mu?

Konuşmaya başladık sonra. Sadece birbirimiz hakkında. Ne yemek severiz, hangi müzik tarzını dinleriz vs. Çok geç olmuştu, birlikte eve gittik. Eve geldiğimde ne kadar azar yesem de tadımı kimse kaçıramazdı. Ertesi gün bana gülümseyen güneş beni uyandırmıştı. O gün okul olmadığı için çok sevindim ve koşa koşa banyoya gittim. Her zamanki gibi kardeşim banyoyu ele getirmişti. Bekledim yarım saat boyunca. Nihayet girebilmiştim. Hem bugün benim için çok önemliydi çünkü Barış ile mahalle sinemasına gidecektik. Kahvaltımı yaptım, temizlikte anneme yardım ettim ve güzel bir şekilde kendimi dinlenmeye aldım. Akşam olunca saçımın önünü kabarttım, büyük yeşil küpelerimi taktım. Parfümümü sıktıktan sonra sinemaya gittim ve beni orada o bekliyordu. Elindeki mısırlarla bana gülümsüyordu. Sonra yerimize oturup filmi izlemeye başladık. Film bitince sahilde yürüdük. Oturduk kumların üstüne. Saatlerce baktık birbirimize. Okşadı yüzümü, tenimi ve kalbimi… Hayat hep böyle olsa. Hiç acı çekmeden yaşasak. Ama hayat bu değildi.Her şey çok güzeldi. Ta ki o güne kadar. Barış’la bir gün konuşuyorduk. Burnu kanadı ne olduysa. Ben endişelendim. Peçete ile yüzünü temizleyip kanamsını da durdurdum. Barış sakindi. Güneşte kalınca her zaman olacağını söyledi. Az da olsa rahatlamıştım. Sonra evlerimize yürüdük. Yürürken öyle bir baktı ki anlayamadım neden böyle içten, acı verici bir şekilde baktığına. Anlam veremedim. Gözleri öyle hüzünlüydü ki sanki mavi denizinde fırtınalar kopuyordu. Bana öyle bakmamasını söyledim. O da üzüldüğümü anlayıp özür diledi. Ertesi hafta okullar kapandı. Karnemiz çok iyiydi. Seneye üniversiteli olacaktı. Aynı üniversiteye gidecek ve mezun olacaktık. Evlenecek ve çocuklarımız olacaktı. Biliyorum, o da bunu istiyordu. Aradan günler, aylar geçti. Her zamanki yerimizde, nemli kumlarda, oturuyor denizi seyrediyorduk. Ben üniversite konusunu açtım. Gözlerini yine benden kaçırıyordu. Benden bir şey saklıyordu, bunu hissediyordum. Gözleri dolmaya başlamıştı. Gül pembe dudakları aşağı doğru süzülmüştü. Sonra bana sıkıca sarıldı. Öyle bir sarıldı ki sanki hiç beni bırakmayacakmış, benle hep kalacakmış gibi… Sonra dudaklarımız ilk defa birleşti. Ateş gibiydi. Yaktı geçti içimi… Keşke hep böyle çocukça sevsek birbirimizi, hiç kaybetmesek birbirimizi, sevgimizi, aşk dolu öpüşmemizi… Sonra bana üniversiteyi yurt dışında okuyacağını söyledi, nedeni yokmuş, babasının işinden dolayı gitmeleri gerekiyormuş. Duyunca neler hissetmedim. Boşluk, koskoca bir boşluk. O boşluk daha da açılacaktı o giderse. Kahpe felek! Yine acımadın bize, yine kıydın aşkıma, aşkımıza, gül dudaklıma! 2 gün sonra onu uğurladım. Ona öyle bir sarıldım ki… Hiçbir zaman bırakmayacakmış gibi… Bir daha dönmeyecekmiş gibi… Beklemek, hiç o kadar kolay olamadı. Günler, aylar, yıllar geçmek bilmedi. Bir umut, hep bekledim onu. Ne mektubu geldi bana ne de haberi.Üniversiteden mezun olduğum yıllardı. Artık doktor olmuştum. Hastalara çare, dertlere deva olacaktım. İnsanları birbirinden ayırmayacak, Allah’ımın izniyle insanların ömrüne ömür katacaktım. Bir gün Elif aradı beni. Beni çok özlediğini söyledi. Ses tonu biraz hüzünlü gibiydi hatta ağlayacaktı. Anlamadım ama kötü bir şeyler olacaktı, bunu hissedebiliyordum. Konuşmadan 2 gün sonra buluştuk. Onu unuttum gibi olmuştum derken konu ona geldi. Bir burukluk. Seni daha yeni unutmuştum, sevgilim. Aslında seni hiçbir zaman unutamadım ki… Sadece duygularımı bastırıyordum. Bana dönmedin, yüzüme gülmedin, beni öpmedin! Nerdesin ey sevgili!Elif bana zarf verdi, biraz hüzünlüydü; daha fazlası ağlıyordu. Zarfı evde açacakmışım. Eve gidince açtım. O kokuyordu, evet, o kokuyordu. Denizim, güneşim, benim meleğim! Okyanus kokuyordu, deniz kokuyordu mektup! Yoksa bana güzel haberler mi verecekti? Okumaya başladım. “Sevgilim” diye başlamış mektubuna. Diyordu ki:” Sevgilim, benim kömür gözlü meleğim. Sana bunca yıldan beri uzağım, hem de çok uzak. Hasretinden yandım, bir bilsen. Beni affet dönemedim sana, aşkımıza, o kor dudaklarına… Dönemeyeceğim bir daha. Sana yalan söyledim, beni affet! Benim beynimde tümör vardı ve tedavi için oraya gittim. Tedavi olumlu yanıt vermiyor. Bil ki; bu mektup sana ulaştıysa… Ben, ben ölmüşüm demektir. Sana bu vasiyetimdir sevgilim, affet beni! Keşke daha güzel şeyler diyebilseydim! Şu an ağladığını biliyorum, yalvarırım ağlama, gözyaşlarına kurban olurum. Hayatına devam et, beni sil hafızandan, kazı beni kalbinden… Yapamazsın biliyorum ama seni de çok seviyorum be sevgilim. Seni hep sevdim ve seveceğim, diğer dünyada kavuşmak üzere. Barış” Hayır, o ölmemeli, o ölemez! Benden alamazsın onu, yapamazsın hayat! O ölmüştü. Sevdiğim adam ölmüştü. Çocukluk aşkım, denizim, güneşim! Beni karanlığa bırakıp gittin, seni affetmeyeceğim! Elimde sadece bir mektup kalmıştı, kara haberi veren… Bir de en sevdiğim çiçeğim, onun bana son armağanı; son sardunyaları…

“Aşkın beni sarmış, nasihatler boşuna; İçtim o zehri ben, bu çeker boşuna. Gelmez sana bir ziyan aşktan gönlüm, Can gitse de korkma başka bir candır ölüm.”


 
 
 

댓글


Tanıtılan Yazılar
Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Bizi Takip Edin
  • Twitter - Black Circle

© 2015 by Merve Ciftci 

  • Grey Snapchat Icon
  • Grey Facebook Icon
  • Grey Twitter Icon
  • Grey Instagram Icon
  • Grey Google+ Icon
bottom of page